Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ANI YAŞAMAK !

 Uzun zamandır  bulunmadığım bu blog camiasında biraz hamlamışım. Yoksa bir şey  yazmalıyım ama ne  diye  düşünmezdim :) Tam bir şeyleri yazmaya başlayıp çok içime sinmezken anı yaşmak lazım dedim birden bire ve defterimin yan sayfasına (Evet  önce  deftere yazıp  sonra bilgisayara aktarıyorum direkt  bilgisayara yazmak  ifadeleri köreltiyor çünkü ) geçip Allah ne izin  verdiyse sizinle  paylaşıyor olacağım. Bu hasbihal girizgahından  sonra ana geri dönelim. Hepimizin içinde yapmak istedikleri var. Ukdeleri ve diğerleri... İfade  edilmemiş her duygu insanın ruhuna pranga oluyor. Yaşanmak istenilip de yaşanılamayan her şey de aynı şekilde içinden çıkılmaz bir  pranga. Söylemeyi çok isteyipte söyleyemediğiniz sözleri düşünün. Aldığınız  her nefeste içinizde bir balon şişmeye  devam ediyor değil mi ? Ya söyleyeceksiniz  ya da susacaksınız bu büyük  bir  dilemma.. Şunu unutmamalı ifade edilmemiş her duygu her söz dünyayı açık hava cezaevine çevirmeye yetiyor. Zarifoğlu
En son yayınlar

KRİSTAL GENÇLİK

  Kristal Gençlik   Şu dünyada ki herkes biricik   – Eğer ikiz kardeşiniz yoksa –   bir benzeriniz yok ve çok değerlisiniz.   Biri yeni bir buluş yapsa ve dese ki hayatının bir dönemini sonra tekrar açıp bakabilmen için saklayabiliyoruz! Sen hangi dönemi saklamak istersin ? Diye sorulsa birçoğumuz gençlik yılları deriz. İstediğimiz ne varsa bunu yapmak için güce, zamana ve sağlığa sahip olduğumuz ama yaşarken bunun kıymetini bilmediğimiz o paha biçilmez yıllar.   Peki bu vitrindeki az kullanılan ama çok değerli olan kristal gençlik neden bu kadar önemli ? Bir gün artık genç olmadığımızı hissettiğimizde geçmişte yapamadıklarımız için ne kadar pişman olacağız ? Bu ve bunun gibi daha nice soruyu aslında pekte düşünmüyoruz değil mi ? Evet belki yaptığımız işlerde kılı kırk yarıyoruz lakin ileride pişman olmamak için bugünü ne kadar ideal bir standarta   getiriyoruz ? Enerjimiz bol, zaman da hakeza öyle illa biriciğiz diye bencil mi olmak zorundayız! Kristal gençli
               FERAHLIK DİLEKÇESİ Genç denilecek yaşlarda garip bir kimse kendini bir gün yerleşim yerleşim yerinden görece daha yüksekte, bir tepede yalnız bir çınarın altında öğle uykusundan uyanırken bulur. Bulunduğu yer neresidir? Buraya nasıl gelmiştir? En önemlisi de kendisi kimdir bilmez. Sanki aklı uçmuş gibidir. Bilinmezliğin ne olduğunu her zerresine kadar yaşayan bu garip kişi, içinde bulunan o sıkıntıyla sırtını dayadığı o ağaçtan doğrulur ve ayağa kalkar. Yüksekçe bir tepede olduğunu anlar. Çok uzak olmayan bir yerde, küçük bir köy görünür. Bir umut benim kim olduğumu bilen biri vardır deyip yola koyulur. Yol, taşlarla kaplı, toprak bir yoldur. Yolda biraz ilerler derken karşısına ihtiyar bir adam çıkar. Beli biraz bükülmüş, elinde baston; yılların eskittiği antika bir edası vardır ihtiyarın. Garip kimse, belki benim kim olduğumu biliyordur bu ihtiyar diye düşünür. İhtiyara selam verip şu ana kadar başına gelenleri anlatır ve kim olduğunu sorar. İhtiyar, bi

ŞEHRİ İSTANBUL

İstanbul’un tarihi ve ihtişamı içerisinde kaybolmaya niyetlendiğim bir gün daha. Bu sefer istikamet Fatih Cami. Her yeri bambaşka olan, semtlerini bölsen ülke olacak nitelikteki şehir, İstanbul! Ben ise kendime Fatih’i seçtim.  Güneş’in saltanatını ilan ettiği bir pazar günü. İnsanlar benimle birlikte tramvaydan iniyor, her biri gideceği yönü bilircesine bir yerlere dağılıyor. Ben hariç, elimdeki navigasyona bakıyorum ve bir ara sokağa giriyorum.  Balık istifi binaların depresifliği gözlerinden okunuyor.  Sokak ana yola çıkıyor. Bir toplulukla cemiyete gidercesine bekliyoruz kırmızı ışıkta. Bize yanan yeşil ışık bir mutluluk ve bir o kadar da adrenalin oluyor. Nasıl bittiğini anlamadığım bu kısa macera sona erince, asıl macera başlıyor. Benim haberim olmadan! Ana yola paralel bir oteller ve restoranlar caddesi uzanırken, ben hangi yola gireceğimi navigasyonla istişare ediyorum. Başta yanılıp bir yokuşa çıkarken navigasyonun uyarısıyla ana yol boyunca deva

SEN YAPAMAZSIN (!)

    İnsanoğlu her ne kadar dünya da ki diğer canlıları yönetebilme kabiliyetine sahip olsa da sonuçta insan, belirli kapasitesi var. Sorun olan kısım kişinin yapabileceği herhangi bir şeye “sen yapamazsın” deyip hiç fırsat vermeden ket vurmak. Haydi gelin bu sorunu irdeleyelim., Sen yapamazsın lafı insana çocukluktan denilmeye başlıyor. Muhakkak sizlere de söylenmiştir. Mesela bir bardağı taşımaya çalışırken        -  Bardakta ki suyu dökersin! Sen yapamazsın. Çocuk bardağı hakikaten taşıyamayabilir ama ne olur ki sanki su yere dökülse? Az önceki davranışla çocuğun cesareti kırılmış ve kendine olan güveni azalmış olmadı mı? Sen Yapamazsın(!) Çocuk biraz daha büyüsün ve ilkokula gitsin diyelim. Matematiği iyi değilse, zaten okuma yazmayı da zor öğrendiyse yine der birileri         -  Sen hiçbir şey olamazsın bu gidişle. Gibi demotive edici sözler söylerler. Yine umutsuzluğa neden olacak söylemlere yenisi eklenmiş olur. Ayrıca bu kişil

İLETİŞİM KURDUM SAY!

     Düşüncelerimizi, ifade etmek istediklerimizi ne kadar karşımızdakine ifade edebiliyoruz? Aslında günümüzde yaşanan birçok sorunun temel nedeni aynı, sorun anlattıklarımızla karşımızdakilerin anladığının birbirinden çok farklı olması. Konuşurken ne kadar dikkat ediyoruz karşımızdaki kişinin de hakları olduğuna ya da başka bir ifadeyle onunda konuşma hakkı olduğuna? iletişim kurdum say! Maalesef günümüzde konuşmak kavramı yanlış bir şekilde anlaşılıyor. Nasıl mı? Çevrenizde ya da medyada sıkça karşılaştığımız bir durum her iki taraf ta kendi söylediklerin önemli olduğunu ve karşı tarafın kendi söylediklerini harfiyen kabul etmesi gerektiğine inanıyor. Bu ciddi bir problem! Başka bir sorun da konuşan diğer kişinin de karşısındaki kişiyi zaten hiç önemsemeyip dinleme ihtiyacı hissetmemesi. Hal böyle olunca bir sonraki adımda konuşmaya ilk başlayan kişinin ses tonu yavaş yavaş yükselmeye başlıyor. Karşısındaki kişi konuşmayı dinleyen biriyse belk

HERKES Mİ MEMNUN DEĞİL?

 Birçok kişiden duymuşsunuzdur, “ şu devirde kimse çalıştığı işten memnun değil ” gibi bir söz hatta bir de üstüne kamu spotu yapılır, inceden inceden sende ileride çalıştığın işte mutlu olamayacaksın imalarıyla bu konuşma kişilerin emeklilik hayalleriyle devam eder ve bu kısır döngü sürer gider. Çocukluğumdan beri bu söylemi duyuyorum her seferinde de bu söylem beni rahatsız ediyor. Bunca insan neden çalıştığı işte memnun değil? Sorusunu incelemeye başladığımızda karşımıza birkaç madde çıkıyor. Bunlardan ilki “Aile Baskısı”       -  Bu meslek iyi, parası da çok sen mutlu olursun Kalıbı daha sonrasında ise mutsuz bir iş yaşamı. İkinci madde “popülarite” Kişinin kendisinin ya da ailesinin o devrin en popüler mesleği ne ise,          - Sen bu mesleği yap mezun olduktan sonra iş bulursun, çok para kazanırsın. Düşüncesi. Üçüncü madde “ Ne iş Olsa Yaparım” Kişinin kendisin yeteneklerine bakmadan meslek seçip öğrenim hayatında başarılı olmaması ve bu dur